Sıcak, olanca gücüyle tenime nüfuz ediyordu. Artık farklı bir dünyaya uyanmanın arzusuyla tutuşuyordu güneş. Kendi tutuşuyordu tutuşmasına lakin cihânı da tutuşturma derdindeydi. "Benim yanmam yetmiyor, siz de yanacaksınız!" diye haykıran bir virane göğün çığlıklarıydı bunlar. Fakat yüreksizler diyârının insanları için belki de fazla mana doluydu bu haykırış. Boş sloganların zihinleri kapladığı bir yüzyılda, dert dolu bir haykırışı idrak edebilmek herkese nasip olmazdı elbet. O hâlde bu haykırışın muhtevasını anlamaya zihnî melekeleri yetecek miydi? Doğrusu "zihnî melekeleri" diye bir şey söz konusu muydu? Zihnî melekeleri yerinde olsa, şu memlekette her fikir ve fiil yerli yerinde olur, yerli yerinde yapılırdı zaten; dedim denizin mavi sularını inceden inceye süzerken. "Nasıl yani?" dercesine küçümser bir bakış attı yanımdaki siyah tüylü kedi. Ya da ben onun hareketlerinden bu manayı çıkarmıştım. Ardından kucağımdan yere sıçradı ve uzaklaştı. Bir memleketin kedileri nasılsa insanları da öyleydi sanırım. Bu ülkede kimse bir şeylerin sorgulanmasına yahut eleştirilmesine tahammül edemiyordu, kedileri bile. İnsanlara bir yerden sonra alışmıştık elbet, fakat kedinin putu veya putlaştırdığı bir şeyler olur muydu? Kedi bu. Doğru ya, kedi bu. Sanırım fazla anlam yüklemiştim kedinin bu ufak hareketine. Fakat biraz düşündükten sonra bu yaptığımdan oldukça gurur duydum. Anlamsızlıklarla dolu bir dünyada hâlâ bir şeylere anlam yükleyebilme yetisine sahiptim. Daha ne isterim? Dalgalı denizin mavi çarşafından birdenbire havalanan martının çığlığı derin düşünce uykumdan uyandırıyordu beni. Hayal ve tefekkür deryasına her dalışımda bir şeyler mani oluyordu bu sularda yüzmeme. Düşünmeme ve sorgulamama müsaade etmiyordu bu şehir. Gerçi kime etmişti ki? Ve işte şimdi yine engel olma derdine girmişti. Sanırım ardımdan geçen ve semtin çeşitli sokaklarına dağılan kalabalığa karışmalıydım, ait olmadığım yere. İstediği buydu.
top of page
bottom of page
Comentários