top of page

ÜRDÜN YAZILARI - II

Ürdün Hâşimi Krallığı… Çok afili öyle değil mi? Ürdün’de gezerken fark edeceğiniz önemli bir detay vardır. Neredeyse açık-kapalı her mekânda üç adet tablo yer alır. Kralın tablosu, kralın babasının yani daha önceki kralın tablosu ve prensin tablosu… Bu tabloları o kadar çok görmüştük ki, artık her gördüğümüzde gına gelmeye başlamıştı. Nedenini sorduğumuzda bu olayın kralın her yere hâkim olmasını, bir saltanat ailesinin mevcudiyetinin unutulmamasını istemesi yönünde bir cevap almıştık. Şöyle bir düşününce kadim kentlerde veya direkt 1984 kitabından görebileceğimiz üzere bize tanrı mefkûresini hatırlatır bu vaka. Kitapta da her mekânda ve alanda bir televizyon ve “büyük birader” olarak adlandırılan şahsın görüntüsü mevcuttu. Ve kitap da buna tanrısal eleştiri adına yazılmıştı. Aynı manzaranın bir benzeri de Ürdün’deydi işte. Belki amaç farklıydı ama oluşturduğu genel algı aslına bakılırsa aynıydı.


Daha önceki yazımızda da ifade ettiğimiz üzere Ürdün; Suriye, Lübnan, Mısır, Filistin ve Irak’a sınırı olan bir ülkeydi. Biz de saydığımız bu ülkelerin sınırlarını görme fırsatına sahip olmuştuk. Yani “şuranın arkası Mısır” veya “Filistin dağlarının yanından geçiyoruz” deme fırsatlarına erişmiştik. O anlarda hepimizde bir heyecan oluşuveriyordu. Şehirlerin içine dâhil olamasak bile varlıkları huzur verebiliyordu insana. Evet, bunu bağlayacağım mesele şu aslında. Ürdün’ün dört bir tarafı Müslüman ülkeydi ve insan emin olabiliyordu sınırdaşlarından. Oysa mesela Türkiye’nin sınırlarının birçoğu kâfir memleketlere dayanıyordu. Anlatmak istediğim, insan etrafındakileri sağlam olduğu müddetçe güvende olur. Bu sebepten dolayı bir insanın veya bir ülkenin bağlamı oldukça mühimdir.



Genelde başkent Amman’da bulunduysak da sınır vilayetlere ve buralardaki peygamber ve sahabe mezarlarına ve kadim savaş meydanlarına ziyaretlerde bulunduk. Mu’te Meydanı ve üç büyük komutan sahabe kabirleri (Zeyd b. Harise, Cafer b. Ebi Talib ve Abdullah b. Revaha) de bunlardandı. Şuayb (a.s)’ın türbesi ise unutulmazdı. O mübarek insanlar; bize dünyevi hırslardan arınarak sadece ve sadece Allah için mücadele edilmesi gerektiğini hatırlatıyordu. Mu’te ve Yermük muharebe meydanları ise bir zamanlar buralarda at koşturulduğunu ve azın çoğa iman gücüyle nasıl galip gelebileceğini bildiriyordu adeta.


Birkaç defa da Roma Medeniyeti’ne ait antik mekânlara ziyarette bulunmuştuk. Doğru bir perspektiften bakmak gerekirse insan, şaşırıyordu o muhteşem yapıtları, mimarileri görünce. Çok üst düzey eserlerdi çünkü. O zamanda, hatta bu zamanda bile bir insanın onları yaptığını düşünmek garipti yani. Ama nihayetinde faniydi ve faniliğimizi burada dahi anlamak mümkün olabiliyordu.




Salt Türk Şehitliği… Ürdün’ün Salt beldesinde bulunan, I. Dünya Savaşı’nda Suriye-Filistin cephesinde şehit olan Türklerin mezarlığı. Burada bize Mısırlı bir rehber refakatçi olmuş olup kendimizi bize bizden daha basiretli bir şekilde anlatmıştı. Ortama kattığı ruh ile kendimizi cephede hissetmemeniz mümkün değildi. O adama hayran olmuştum. Ayrıca herhangi bir Türk orada dalgalanan Türk bayrağını gördüğünde “Elhamdülillah” demeden geçip gidemiyordu.



Buna rağmen Ürdünlülerin özel bir günü mevcuttu ki bu günde bağımsızlıklarını veya orada yaşayan Türklerin gözünden “Osmanlı’dan Kurtuluş” günlerini kutluyorlardı. Şöyle bir değerlendirildiğinde ve Ürdün’ün genel durumuna bakıldığında evet milliyet olarak bağımsızlaşabilmişlerdi ama Osmanlı’dan farklı olarak artık dışa bağımlıydılar. Anlayacağınız üzere Ürdün, zengin bir ülkeydi ama bu zenginliğini kendisi kullanabilecek konumda değildi. Paraları dolardan daha değerliydi ama bu hiçbir işe yaramıyordu ki. Aynı ölçüde fiyatlar da yüksekti çünkü. Sömürülmüştü. Madden de, zihnen de…


devam edecek...

230 görüntüleme2 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

MUAMMA

Yazı: Blog2_Post
bottom of page