Batı dünyasının yüzyıllar boyunca yaşadığı tecrübeler kendi ideolojilerini doğurdu ve ihtiyaçtan hareketle ürettikleri kavramlarla kendi dünyalarını inşa ettiler. Konumlandıkları yere göre geliştirdikleri düşünceleri de ilerlemeciliğin (!) formülü olarak gösterip bütün dünyaya dayattılar!
Ama bu dünya benim dünyam değil!
Beni tanımaktan ve anlamaktan oldukça uzak. İnsanı tektipleştiren bir anlayışla yapılmış bir
‘‘tanımlamadan’’ başka bir şey değil!
Tarihte birçok bilim dalının temellerini attığımız gibi psikoloji alanında da en evrensel tanımları biz yaptık ve en önemli kavramları biz geliştirdik. Ama nerede? Eğitim sistemimizde niçin yer almıyor?
Halbuki İbn-i Sina’nın, Mevlana’nın, Gazali’nin yaptığı insan tanımıyla Batılı düşünürlerin yaptıkları tanımlar aynı insandan bahsetmiyor.
‘‘Durduğun yer bakış açını belirler.’’ Bizim inancımızda insan eşref-i mahlukattır ve Allah’ın
yeryüzündeki halifesidir. Bu konum ona diğer insanlar üzerinde tahakküm hakkı vermez. Bütün insanlığın yükünü taşıma sorumluluğunu verir.
Batı bilimi ise evrimsel bir yaklaşımla insanın gelişimini ele alır. Çocuk psikolojisini hayvanlar üzerinde yaptığı araştırmalarla anlamaya çalışır. İnsanı biyolojik ve sosyolojik varlığa indirger.
İnsanlığın en gelişmiş modeli olarak da kendisini görür ve diğer toplumlar üzerinde tanımlama yapma yetkisini sadece kendisine verir. Bu yaklaşım insanlığı sömürgeleştirmenin meşrulaştığı bir anlayıştır. Bizim de Batı’dan sorgulamadan aldığımız eğitim modeli bu anlayışa hizmet eden kapitalist düzenin arzuladığı köleleştirilmiş insanları yetiştiren bir sistemdir.
Batı insanlığı fiziki olarak sömürdü ve zihni sömürü için de kendi sistemini geliştirdi!
Biz insanın tanımını kendi kavramlarımızı geliştirerek yeniden yapmak mecburiyetindeyiz. Aklı ve ruhu esas alarak insanı yeniden konumlandıramazsak onun ruh dünyasından uzaklaşır, insanı sistemin kurbanı ederiz.
Birkaç neslimizi bu yüzden telef ettik! Etmeye de devam ediyoruz. Ruh dünyasını inşa edemediğimiz
çocuklar ve gençler üzerinden ahkam keserek ancak komik duruma düşeriz ve onları kaybederiz! Onları kazanmalıyız ama nasıl?
Onların kendilerini keşfedebilecekleri bir eğitim sistemi, medya ve kültür rejimi oluşturabildik mi? Çağımızda insanlık kendisini yitirmiş durumda ve savrulma yaşıyor. Bu savrulmayla olması gereken
konumundan giderek uzaklaşıyor.
Ayakları yere basmayan insan kendi göğüne yükseltilmiş durumda!
Kendisini Batılı kavramlarla bulmaya çalışan insan yerini şaşırdı ve kendisini merkeze -Tanrı’nın yerine yerleştirdi! Bu da insanı nefsinin peşinde koşan, hız, haz ve ayartının esiri haline getirdi. Tam da ekonomik sistemin istediği insan modeli!
İçinde yaşadığımız çağa hükmeden ekonomik sistem rekabeti ve mücadeleyi esas alıyor.
Kendisinden başkasına yaşama hakkı tanımayan bir anlayış bu! Eğitimde rekabet ortamı ilmin lezzetini öldürür! Bilgiyi tüketilecek bir malzeme haline dönüştürür. İnsanın algı düzeyini kolay yönlendirilebilecek bir seviyeye çeker.
Kendisine verilen kalıp bilgileri zihnine daha çabuk ve eksiksiz işleyenlerin başarılı kabul edildiği ve başarının esas gaye olarak görüldüğü bir anlayış, insanlık cinayetidir! İnsanlığa kendi kendisini yok ettiren bir cinayet!
Bizim medeniyetimiz 1000 yıldır rekabet üzerinden değil, yardımlaşma ve iş birliği üzerinden insan yetiştiriyor. Osmanlı’daki lonca ve çıraklık modeli, medreselerdeki farklı kademelerdeki talebelerin birbirini eğitme anlayışı, ilmin zekatını verme ve ‘‘adam’’ yetiştirme üzerine kuruludur. Kendisinden daha iyi bir insan yetiştiremeyenin başarısız kabul edildiği bir medeniyette büyük insanların yetişeceği ruh iklimi fazlasıyla mevcuttur.
Mevcut eğitim sistemimizin yetiştirdiği ‘‘aydınlar’’ımız bizim gönül coğrafyamızın insanı değiller! Ruhumu fethetmek için değil zihnimizi işgal etmek için ‘‘Sömürü Uygarlığı’’nın gönüllü temsilciliklerini yaparak onlara adam devşirmenin ve epistemik güçlerini korumanın derdindeler. Ve bizim ruh dünyamızı zenginleştirecek hiçbir şey üretmiyorlar!
Geçmişte hangi anlayışla başka coğrafyalardan adam devşirip Hakikat Medeniyeti’nin geliştirilmesine
katkı yaptıysak bugün de yapılması gereken budur. Kendi inanç hazinelerimizi ortaya çıkaracak kazılar yapamazsak büyük insanlığı doğuracak ruh atılımlarına ortam hazırlayamayız.
Tarih yapamayız!
Başkalarının yaptığı tarih içerisinde nesne konumuna indirgenir ve demir kafes içerisinde en büyük ruh göçünü yaşarız! Birkaç nesli böyle yitirdik ve yeni gelen nesillerimiz de yok olmanın eşiğinde!
Neleri kaybettiğimizi görebilmek için önceden ne olduğumuzu bilmeliyiz! Ancak bu şekilde
hastalığımıza doğru teşhisi koyabiliriz.
şimdiki eğitim sisteminin uzaktan yakından ilgisi ÖĞRETİMLE MAARİFETLE İLİM İRFAN HİKMET HAK GETİRE YOK...
PEKİ NEDİR sarhoş neyaptığını ve nereye gittiğini bilmeyen köleler son derece ezik son derece dejenere olmuş kafası boş fikir dersen hazır geliyor sen papağanlığını yapıyorsun . hiç bir sınırın ülkeni yak deseler bir gamın yok sat desEler yık deseler gönüllü koşuyorsun. eline oyuncaklar vermişler para mal şöhret güç sadece bir oyunun figüranı oluyorsun . elindekiler senin değil hiç bir şey gönüllü köleliğine KÖPEKLİĞİNE karşılık seni ellerinde tutmalarının bedeli, eğitim öğretimi yeşertmiyorlar ki ellerinden uçmayalım . ne zaman kafamızı kaldırıp düşünecek olsak afyonu dayıyorlar.
ellerinde çok çeşitli argümanlar afyonlar geliştirmişler biri olmazsa biri seni yeşertmiyorlar.
YAZIK yazık bu ülkenin evlatlarına nasıl bir milli eğitim ki yüz yıllardır…