"Karanlık bir ormanın içinde açtı gözlerini. Telaş ile zıpladı yerinden "Eyvah, neredeyim ben" nîdâsı sarstı tüm ormanı. Ağaçların yapraklarının arasından süzülen güneş gözlerine çarpıyordu, ve bir şeyler hatırlatmıştı ona "Tabi ya, mantarları toplayacaktım."
Günlerdir hastaydı ve bir lokma geçmemişti boğazından. Bu ormandaki mantarların şifalı olduğunu duyunca koşa koşa gelmişti. Fakat sonrası... Hatırlamıyordu sonrasını. Hemen mantarları toplayıp çıkayım buradan düşüncesi ile heybesine uzandı. Fakat uzanması ile kafasına inen odun parçası bir oldu.
Baygınlığının ardından aynı yerde açtı gözlerini. Yine telaş ile zıpladı yerinden ve mantarları toplaması gerektiğini hatırladı. Tam heybesine uzanacaktı ki yine kafasına inen odun parçası uykuya itti onu... Her uykunun ardından aynı korku, aynı hatırlayış ve tekrar hazin son. Sonsuz bir döngünün içinde debelenip duruyordu sanki. Fakat ne gariptir ki her uyanışının ardından ilk kez uyandığını sanıyordu burada. Ne önceki uyanışlarını hatırlıyor, ne kafasına inen odun parçalarını."
Bu adam kim, bu hikaye kimin diye sormayın. İnsan kendini ve kendi hikayesini bilmez mi? Bu hayattaki gayesini hatırladığı an kafasına vurulan odun parçasını... Hissetmez mi? Sahî biz kaç yıldır bu döngünün içindeyiz? Ya da kim soktu bizi bu döngünün içine, veya bizi her seferinde uykuya iten, kafamıza inen o odun parçası; kim tutuyor onu?
Hastalığımıza şifa olacağını sandığımız bir mantar uğruna girdiğimiz bu ormanda mahsur kaldık. Oysa ne ormandaki mantarların şifalı olduğuna eminiz, ne de ormanda mantar olduğuna. Bir hastalığımız olduğuna dahî emin değiliz aslında. 'Sanmak' ile emin olmak arasındaki farkı anlayamadığımız için buradayız, ya da her gördüğümüz yeşilliği gül bahçesi sandığımız için... Lakin tek bir gerçek var ki sıkıştık kaldık bu ormanın ve bu döngünün içinde.
Ne bizi bir kurtaracak var, ne de bu döngüyü kıracak. Bir biz varız, bir de inandıklarımız...
Belki de şimdi yeniden o uykuya dalacağız hepimiz, sonra birgün yeniden bir inanç düşecek gönlümüze, bizi uyanmaya itecek... Ve tekrar aynı debeleniş!
Ne zaman uyanacağım ve kurtulacağım deme!
Şimdi uyan! Yalnızca uykudan değil, düştüğün bu inançsızlıktan.
Gönlüne düşecek bir inancı bekleme,
Bir inanç ol ve gönüllere düş;
Kafana inen odunları seyretme,
Bir yol bul ve o odunu durdur.
Sen her şey ol,
Her şey sen olsun. Çünkü;
Bizi sen kurtaracaksın.
Girdiğimiz bu kara ormanda ümit de sensin, umut da.
Hatta..
Odunu tutan el de senin inançsızlığındır belki?
Comments